VİYANA - SNmedia.at/İran’ın nükleer serüveni, 1960’lı yıllarda ABD’nin başlattığı “Barış İçin Atomlar” (Atoms for Peace) adlı program kapsamında Tahran’a gönderilen bir araştırma reaktörüyle başladı. Bu program, Başkan Dwight D. Eisenhower’ın 1953’te BM’de yaptığı konuşmayla ortaya çıkmış, Sovyetler Birliği’ne karşı nükleer enerjiyi barışçıl amaçlarla yayarak müttefik kazanma stratejisi olarak uygulanmıştı.

Söz konusu reaktör, günümüzde İran’ın nükleer silah programına doğrudan katkı sağlamasa da, Washington’un İran’a nükleer teknoloji kapısını ilk aralayan ülke olmasını sembolize ediyor. Uzmanlar bu reaktörü, İran’daki nükleer teknolojinin “anıtsal başlangıç noktası” olarak tanımlıyor.

Şah Dönemi: ABD Destekli Nükleer Atılım
Reaktörün İran’a teslim edildiği 1967 yılında ülkenin başında, 1953’te CIA destekli bir darbeyle iktidara gelen Şah Muhammed Rıza Pehlevi bulunuyordu. Pehlevi, nükleer enerjiyi İran’ın kalkınma motoru olarak görüyordu. ABD ile yapılan iş birliği sadece reaktörle sınırlı kalmadı; çok sayıda İranlı bilim insanı ABD’de, özellikle de MIT’de özel nükleer eğitim aldı.

1970’li yıllarda Pehlevi yönetimi, Fransa ve Almanya ile büyük bütçeli reaktör anlaşmaları yaptı. 1974’te Paris’te imzalanan milyar dolarlık bir sözleşme kapsamında, Fransa’dan beş adet nükleer reaktör satın alınması planlandı.

ABD’nin Endişesi Artıyor: 1978 Anlaşması Değiştirildi
İran’ın büyüyen nükleer kapasitesi, ABD’de de kaygı yaratmaya başladı. Carter yönetimi 1978’de İran’a yapılacak reaktör teslimatlarının koşullarını yeniden şekillendirdi. Yeni düzenleme, ABD yakıtlarının nükleer silaha dönüştürülebilir biçimde işlenmesini yasaklıyordu. Ancak bu reaktörler İran’a hiçbir zaman teslim edilmedi. Kısa bir süre sonra 1979’da İslam Devrimi gerçekleşti ve tüm dengeler değişti.

Trump Duyurdu: İsrail ile İran Arasında Ateşkes Yürürlüğe Girdi
Trump Duyurdu: İsrail ile İran Arasında Ateşkes Yürürlüğe Girdi
İçeriği Görüntüle

Humeyni Dönemi ve Pakistan’a Yöneliş
İslam Devrimi’nin ardından İran’da başta nükleer enerjiye mesafeli yaklaşan yeni rejim, 1980’lerde Irak’la girilen savaşın ardından stratejisini değiştirdi. İran artık nükleer programını ABD yerine doğuya kaydırdı. Bu süreçte Pakistanlı bilim insanı Abdul Qadeer Khan, İran’a santrifüj teknolojisi sattı. Bu teknolojinin, uranyum zenginleştirmede temel araç olduğu biliniyor.

Santrifüj Krizi ve Günümüze Yansıyan Tehdit
ABD’nin nükleer danışmanlarından Gary Samore’a göre, İran’ın nükleer krize dönüşen asıl adımı bu santrifüj teknolojisini edinmesiydi. Samore, bu gelişmenin ABD’nin desteğinden çok Pakistan’ın etkisiyle olduğunu belirtse de, İran’da kullanılan santrifüj sistemlerinin temelinin ABD’nin geçmişte verdiği teknolojik altyapıdan beslendiğine dikkat çekiliyor.

Bugün İran’ın nükleer programı küresel bir tehdit olarak algılanıyor. Ancak bu programın ilk yapı taşlarının ABD’nin başlattığı barışçıl nükleer iş birliklerinden geldiği, hatta İran’ın nükleer altyapısının bu yardımlar üzerine inşa edildiği görülüyor. Her ne kadar İran’ın bugünkü nükleer faaliyetleri Pakistan’dan temin edilen santrifüj teknolojisine dayanıyor olsa da, ABD’nin geçmişte attığı adımlar, bugün yaşanan gerilimlerin tarihi zeminini oluşturuyor.